Başkent Üniversitesi Mete AKYOL Konferans Salonu’ndaki etkinlik kısa adı ATAMER olan Atatürk İlkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi’nce “TÜRK’ÜN GERÇEK ZAFER GÜNEŞİ” temasıyla gerçekleştirildi.
ATAMER Müdürü Prof. Dr. Mustafa GÜNDÜZ’ün moderatörlüğünde yapılan konferansta, ATAMER Müdür yardımcısı Dr. Emine KISIKLI ile ATAMER Öğretim Üyesi Doç. Dr. Halil ÖZCAN, 30 Ağustos’un Türk Milleti için anlam ve değerini anlattılar.
Konferans, ATAMER Müdürü Prof. Dr. Mustafa GÜNDÜZ’ün konuşmasıyla başladı.
Prof. Dr. Mustafa GÜNDÜZ şunları söyledi: “Başkent Üniversitesi kurucusu Prof. Dr. Mehmet HABERAL, O’nun Cumhuriyet ve onunla ilgili değerlere yönelik duyarlılığı bizimle bu günleri anma hatırlatma ve sizlerle paylaşmamızı beraberinde getiriyor.
Başkent Üniversitesi kurucusunun bu duyarlılığı aslında üniversitenin çalışanlarının laik demokratik bir ülke içinde yaşamaktan, mutlu olabileceği bir ülkeyi nasıl bir inşaa edebileceği ve hepinizin bildiği sloganıyla da hafta yedi gün, 24 saat çalışmak suretiyle bu hedefe doğru yürüyebileceğimizin ilk işaretlerini vermiş ve kendisi de en büyük eserim dediği bu üniversiteyi kurmuş.
Kampüsün içinde yaşamaktan mutluluk duyduğumuz bir ortamdayız. Bu ortamda tekrar bu duyarlılığa eşlik etmek suretiyle buyurduğunuz için teşekkür ediyorum.
Söz Sayın Halil Özcan’da O, bize bu süreçte yani 26 Ağustos‘ta başlayıp 9 Eylül‘de tamamlanan ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kaldırım taşlarını oluşturan adımları anlatırken Yunanlıların ve İngilizlerin bu süreçte aldıkları roller ve Mustafa Kemal Atatürk’ün not defterinden hareketle değerlendirmelerde bulunacak.
ATAMER Öğretim Üyesi Doç. Dr. Halil ÖZCAN da şunları söyledi: “30 Ağustos Türk Kurtuluş Savaşı’nın, Türk’ün kurtuluşunun ve askeri başarısının zirvesi ve kuruluşunda anahtarıdır ve 102’inci yılını kutluyoruz. Ama bu yıl 30 Ağustos’la ilgili çok önemli 100’üncü yıl etkinliği var O da Atatürk’ün 30 Ağustos 1924’te ilk defa Dumlupınar Meydanı’na gidip orada bu savaşın sürecini ve sonucunu kendi ağzından değerlendirmesinde. Bu açıdan böyle bir etkinlikte görev almaktan dolayı mutlu olduğumu ve sizlerle konuşma fırsatı yakaladığım için de mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum.
Önce şu şuradan başlayalım. Bunu Amerikalı general Charles Hitchcock SHERRILL tespit etmiş. Türkiye’de büyükelçilik yaptı SHERRILL.
Atatürk’le defalarca konuştu. Atatürk isminde bir kitap da yazdı: “Türkler genelde büyük başarılarını doğudan yürüyüşleri ile yapmıştır ve Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da Doğu’ya gidebileceği en uç noktaya gitti, Erzurum’a oradan Batı’ya yürüdü. Zaferini yine Doğu istikametinde kazandı ki bu da Türklerim tarihiyle uyumludur.”
Burada, bu savaşı anlatacagız. Ama bu savaşta şunu belirtmek gerekiyor. Türk milletinin Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yaptığı savaşın bir özelliği var ve Atatürk kendisini SHERRILL ya da diğer yazarlar da başka komutanlarla karşılaştırdığında; Napolyon ile iskenderun‘da karşılaştırıldığında şunu söyler. “Onlar istila ordularının başında başka ülkelerin topraklarını zapt etmeye gitti. Oysa ben sadece savaşlarımı vatanımı savunmak için yaptım. Türk Kurtuluş Savaşı Dünya savaş tarihinin en ahlaklı ve en haklı savaşıdır ve hukuk temelinde yapılmıştır. “Bir meşru müdafaa savaşıdır.” Bunun özellikle altını çizeyim. İngiltere birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktığımız için Mondros ateşkes antlaşması ve Sevr antlaşmasında kazanımlar elde etti. İngiltere Yunanistan’ı Anadolu işgallerinde kullanmak suretiyle Mondros‘taki ve Sevr‘daki kazanımlarını daha da artırmaya ve bunları kalıcı hale getirmeye çalışıyor ve bunun bayraktarlığını İngiltere başbakanı David Lloyd George yapıyor. Bu David Lloyd George nasıl İngiltere’de iktidara geldi.
Atatürk’ün Çanakkale 1915’teki başarılarından sonra İngiliz kabinesi bu savaşın yenilgisini tetkik etmek üzere bir heyet gönderdi. O heyetin raporları doğrultusunda mevcut İngiliz başbakanı Asquith istifa etti. Onun yerine Lloyd George geldi, dikkatinizi çekiyorum. Lloyd George Atatürk’ün Çanakkale’deki askeri dehasıyla İngiltere’de başbakan olmuştur. Ne zaman istifa edecek. Lloyd George Mudanya ateşkes antlaşması’ndan bir hafta sonra 18 Ekim’de bu kez Atatürk’ün diplomatik askeri dehasının yanında diplomatik dehasını kullanması sonucu gidecektir. Yani bu Lloyd George’u Atatürk getirdi, Atatürk götürdü. Bu Şark meselesinin şampiyonu bir adam ve Türkleri Anadolu’dan atmak istiyor. Davamız, bir yönüyle bu ve büyük Taarruz‘dan önce Ağustos ayının sonunda yaptığı konuşmada diyor ki; “Türklerin dostluğuna güvenilmez onlar Boğazları kapatmak suretiyle hem müttefikimiz olan Rusları çökertti hem de Romanya’yı çökertti hangi dostluktan bahsediyorsunuz” ve Townshend, bize esir düşen. Kut’ül Amare’de, Türklere esir düşen İngiliz, 110 milletvekili ile birlikte Lloyd George’u Türklerle barış yapması konusunda ikna etmeye çalışıyor. Sonra Townshend onları ikna edemeyince doğrudan Anadolu’ya geliyor. Konya’ya geliyor ve 24 Temmuz’da Atatürk’le görüştükten sonra diyor ki; “Anadolu’daki havayı ve askeri kararlılığı henüz İngiliz hükümeti anlamış değil, çok büyük tehlike içerisinde ve Mustafa Kemal Paşa yapacağı hareketle bizim bütün Müslüman sömürgemizdeki halkları ayaklandırabilecek duruma gelmiştir. Bu durum İngiltere tarafından bilinmiyor.”
Lloyd George bütün geleceğini ve kariyerini Anadolu’da Yunanistan’ın işgalinin başarılı olmasına dayamış, hatta Kütahya Eskişehir Savaşı ndan sonra Lloyd George’un meşhur bir sözü var, “artık yunan ordusu Sevr‘le de yetinmez.” İngiltere bahsini böyle kapatabiliriz. Yunanistan çok ilginç bizim tarih yazımında ve anlatımında doğrudan muhatabımız olan Yunanistan tarihine bakılmadan kurtuluş Savaşı’nı anlatmamız belki biraz bazı olayların sebep-sonuç ilişkisindeki bağlantılarımızı ortadan kaldırıyor. Yunanistan da Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde Kral Konstantin tahtta, Kral Constantine Alman İmparatorluğu’nun damadı. Almanya’ya karşı savaşmak istemediği için Venizelos‘la çatıştı. Venizelos, İngiltere ve Fransız yardımıyla tahtını devirdi ve Constantine tahtan uzaklaştırılarak yerine oğlu Alexander gelmişti. Alexander’ın Yunanistan sarayında, Ekim 1920’de Saray bahçesinde evcilleştirdiği bir maymun var ve bir kurt köpeği, çoban köpeği var. Çoban köpeği maymuna saldırıyor. Alexander maymunu korumak isterken maymun korkudan Alexander’ı ısırıyor, Bunun sonucunda Alexander 25 Ekim 1920’de ölüyor. Yerine Yunanistan’da devrik Kral Konstantini getiriyorlar. Kral Constantine itilaf devletlerine olan mahcubiyetini giderebilmek Anadolu’ya daha fazla asker göndermek için bizzat kendisi kral 12 Haziran 1921’de önce İzmir’e, sonra Kütahya’ya geliyor. Kütahya Eskişehir Savaşı’ndan önce savaş konseyini topluyor. Biz Kütahya Eskişehir ve Afyon‘u terk ederek Polatlı‘ya Sakarya’nın doğusuna kadar geliyoruz. Burada, Yunanistan’da böyle bir durum var ama Yunanistan’da bize benzer bir yanılgı var. O da şu: Kral Konstantin‘in tahta tekrar gelmesiyle Venizeloscu askerler ve kralcı askerler çatışması yaşanıyor. Yunan ordusu bizim büyük Taarruz‘dan önce siyasetin içine tamamen bulaşmış durumdalar. Böyle bir dezavantajları var. Biz bunu bir kere bu büyük Taarruz ve başkomutan meydan Savaşı’nı anlatmadan önce şunun da hakkını vermek gerekir. Bu başkomutan‘ın ikinci meydan Savaşı birincisi Sakarya Savaşıydı. o savaş bin yüz on kilometrelik bir cephede seyrediyordu. Buradaki savaş Marmara Denizi’nde Menderes’e kadar 745 kilometrelik geniş bir sahada cereyan edecek bir savaş. Çok daha büyük, şimdi bu savaştan önce Türk ordusunun hazırlıklarini söyleyeyim. Mustafa Kemal Paşa’nın dahiyane tutumuyla sadece eksikliklerimiz giderilmedi. İyi olan günlerimiz daha iyi nasıl yapılabilir diye üzerinde düşünüldü. Şöyle anlatayım; Türklerin süvari gücünün iyi olmadığına inanmayan yok. Yine de Konya’da bir süvari mektebi açılıyor ve bütün süvariler orada tekrar eğitimden geçiriyorlar. Nalbant okulu açılıyor. Eyer atölyesi kuruluyor bütün tümen komutanları seviyesinde top atışı füzenleniyor ve toplar toplanarak ayarları yapılıyor.
Türk ordusu, kendi vatanını savunacağı için o saldırıya bir an önce geçmek istiyor. Yunan tarafına geldiğimizde başka bir toprakta bu çocuklar kandırılıp gelmiş, bir an önce Anadolu’dan Türkleri yeneceksiniz ve çekileceksiniz diyorlar. Yunan ordusu bir taarruzdan önce bir izin başlatıyor diyorlar ki askerlere sırasıyla ikişer hafta izin verelim memleketlerini görüp gelsin, giden askerler birinci partide izne gönderilen askerler geri dönmediği için Yunan ordusu izinleri kaldırıyor. Şirazi’nin şöyle bir tabiri var diyor ki; duran su kokar ya da yosun toplar.” Yunan ordusu aynen öyleydi. Türk ordusunun avantajı ne? Türk ordusu kendi vatanını savunuyor ve Türk ordusunda arkadan destek geliyor kadını kızı çoluğu çocuğu, yaşlısı ve bütün Anadolu hepsi cepheye sarkmış, işte böyle bir moral ve motivasyonla Türk ordusu Yunan ordusunun karşısına çıkacak. ama bu başarıyı sağlayabilmek için Atatürk diyor ki; “şimdi bir taarruz yapacağız taarruz da denk kuvvetlerin birbirine başarısı olamaz Denk kuvvetlerin olamayacağına göre bir yere kuvvet yıkacağız. beklenmedik bir zamanda o kuvvetle taarruz başlatacağız. cepheyi yarıp geçeceğiz. Yunan ordusu genelde Emirdağ ve Emirdağın kuzeyinde Eskişehir istikametinden düz olduğu için taarruzu oradan bekliyor özellikle Akarçay ve Afyon’un güneyi çok engebeli arazi olduğu için ve buraları tel örgülerle çevirdikleri için İngilizler de gelip Türkler burayı altı ayda aşamaz bu engelleri diye rapor verdiği için oradan taarruz beklemiyor.” Atatürk bu kararı aldığında şöyle diyor; “Biz, birliklerimizi birinci Ordu’nun savundugu Emirdağ Eskişehir arasındaki birliklerden büyük bir birliği Afyona kayracağız Akarçay’ın güneyine ve oradaki 40 kilometrelik bir bölümde Çiğiltepe‘ye kadar olan bölümde birliklerimizi yığacağız ve onun içerisinde de 13 kilometrelik bölümde de kesin imha hareketini başlatacağız Bunun için birliğin kaydırılması lazım ne kadar birlik? beş piyade Tümeni bir de süvari Tümeni kaydırılacak. “Atatürk’e diyorlar ki; “Böyle bir şey yunan ordusu fark ederse Ankara değil, Türkiye’nin en doğu ucunda bile Yunan ordusunu durdurabilecek hiçbir kuvvetimiz yok.”
Atatürk ayağa kalkıyor ve diyor ki; “Tarih önünde bu sorumlulugu ben alıyorum.”10 gün boyunca şunu istiyor. “Birlikler gece karanlık olduğunda intikale başlayacak. Afyon’a doğru; Ama, bu arada da birlikler sanki Emirdağ‘ın ilerisinde kuzey hareket ediyormuş gibi de orada bir hareketlilik meydana getirecekler. gündüz kesinlikle hareket edilmeyecek. Çünkü gündüz Yunan keşif ve gözetleme uçağı var. Bir de de bu on gün içerisinde Ordu’dan firar edilmesi engellenecek eğer Yunan casusları varsa onlar gidip haber vermesin diye.” işte Atatürk’ün on gün boyunca şunu soruyor. “1~ Türk ordusu belirlenen hedeflere vardı mı? 2~Yunan ordusunda bir hareketlilik var mı? onuncu günün sonunda ayağa kalkıyor bu iş bitti.
Şimdi, Sun der ki “Savaşı kazanan komutan Savaşı savaştan önce planlarıyla kazanır.”
Atatürk savaşa girmeden Savaşı kafasında kazanmıştır. O, birlikleri kaydırdı en son O, 40’ıncı km’de Çiğiltepe’nin hemen yanında Ahır Dağları’nda Fahrettin Altay komutasındaki Türk Süvari kolordusu gece hem de O, atları süvariler yedeğine alarak ve atların ayağına bezler bağlayarak ses çıkarmadan arkaya getirip Sincanlı’ya doğru gelip Yunan ordusuna arkadan kuşatarak, Yunan ordusunun demiryolu, ulaşım ve haberleşme ağlarını kestikten sonra artık iş O büyük Taarruz’du. O. Kocatepe‘ye çıkmaya ve O işareti vermeye kalmıştır. O, işarette verildi ve O, zafer kazanıldı. Sadece Atatürk’ün not defterinden şunu söylememe izin verin. Not defterinde bağlıyor ve zaten O, 1 Eylül‘de Trikopis esir aldıktan sonra da “ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’DİR. İLERİ” diyor. O ileri sadece Türk ordusunun bir zafer kazanması değil, aynı zamanda çağdaş medeniyet ve aydınlık Cumhuriyeti’nin geleceğini de müjdelemiştir.”
Moderatör ATAMER Müdürü Prof. Dr. Mustafa GÜNDÜZ, İlk konuşmacı Halil ÖZCAN’ın konuşmasından sonra ATAMER Müdür yardımcısı Emine KISIKLI’ya söz verirken de şöyle konuştu: “Halil hocamla hep böyle coşkulu heyecanlı programlar yaptık. Afyon dedi. Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı’nda AĞUSTOS kısmını anlatan ifadeleri bizi her zaman heyecanlandırmıştır.
Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar, “üç”dediler. Sarışın bir kurda benziyordu ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar eğildi durdu. Bıraksalar ince uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe‘den. Afyon ovasına atlayacaktı, atladı.
Burası, 9 Eylül’e kadar olan kısmının bir bölümünü ifade etti. Şimdi madem böyle onurlu gururlu ve üzerinde yaşadığımız toprakları günümüzün terimleriyle söyleyecek olursak emperyalistlerin sömürüsünden kurtarıp esas itibari ile de bizi uşak olmaktan kurtaran bir harekat sonuçları itibari ile Nasıldı? ve günümüze kadar yansıyan belirtilerini de Atatürk İlkeleri Araştırma ve Uygulam Merkezi ‘nin en kıdemli ama aynı zamanda en zarif kraliçesi Emine hanımdan diliyoruz”
ATAMER Müdür yardımcısı Dr. Emine KISIKLI da şunları anlattı: “Yıldönümünü kutlamak da olduğumuz 30 Ağustos Zafer bayramı aslında Türk milletinin milli mücadeleye son noktayı koyduğu milli mücadelenin askeri safasını kapattığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmayı başardığı çok önemli bir tarih. Büyük Taarruz ile ilgili olarak Büyük önderimiz Atatürk şu değerlendirme yapmış. “Her evresi ile düşünülmüş hazırlanmış yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat, Türk ordusunun subaylarının ve komuta kademesinin yüksek gücünü yiğitliğini saptayan bir yapıttır. Bu yapıt, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin olumsuz anıdır. Bu yapıtı yaratan bir ulusun çocuğu olmakla ve bu ulusun baş komutanı olmakla sevinç ve mutluluk duyuyorum.”
Atatürk bir büyük Taarruza neden gerek duydu? kısaca birkaç cümleyle onun üzerinde durmam gerekirse bilindiği üzere Osmanlı devleti birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmıştı ve bir tek Osmanlı devleti ile ateşkes yapılmış savaşa son nokta koyulmuş ve son derece ağır Mondros ateşkes antlaşması Türklere kabul ettirilmişti ve mütarekenin yedinci maddesine dayanarak itilaf devletleri Osmanlı devletini paylaşım projelerini uygulamaya koydular ve Halil Hocamın da belirttiği gibi 1916’da İngiltere’de iktidara gelen Lloyd George bu projenin hararetli savunucusuuydu ve uygulayıcısıydı. Mondros mütarekesinden sonra daha müterakenin mürekkebi kurumadan işgaller başladı şartlar gereği. Fakat bu işgaller karşısında şartlar gereği hemen bir milli mücadele hareketine yönelmeye cesaret edemeyen Türk milleti, artık bardağı taşıran bir olayın yaşanmasıyla birlikte harekete geçti.
Bu olay, 15 Mayıs 1919 İzmir’in Yunanlar tarafından işgali olayıydı. Bu olayın hemen akabinde 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal kafasında tasarladığı yeni Türk devletini kurma düşüncesiyle yola koyuldu ve Bandırma vapuruna binerek 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a ayak bastı. Mustafa Kemal’in amacı yeni bir Türk devleti kurmaktı. yok olan Osmanlı Toprakları üzerinde. Fakat bunu bir bağımsızlık savaşı ile birlikte gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Çünkü bir bağımsız devletimizin olabilmesi için önce milletimizin esaretten kurtarılması lazım. Dolayısıyla Türk milleti kararını verdi. Atatürk önderliğinde bir milli mücadele yaptı. Diğer cephelerdeki başarılarımızın ardından bütün imkanlarımızı batı cephesine kaydırdık. Batı cephesinde birinci ve ikinci İnönü Savaşlarıyla Yunan ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı.
Eskişehir ve Kütahya Savaşları’nda kısa soluklu bir yenilgimiz olsa da hemen tedbirlerinizi aldık ve Halil hocanın belirttiği gibi Mustafa Kemal Başkomutan yetkisi ile Sakarya meydan muharebesi’ni yönetti. Sakarya meydan muharebesi’nde biz Yunan ordusunun üçte birini yok etmeyi başardık. Bu çok önemli bir başarıydı. Fakat imkanlarımız tükendi. imkanlarımız tükendiği için kaçan Yunan birliklerini takip edemedik ve Anadolu’dan çıkaramadık. Dolayısıyla işte biraz önce Mustafa Kemal’in sözünü ettiği bir taarruza ihtiyaç vardı. Fakat bu taarruz son derece gizli yürütülmeliiydi. Yunan ordusu rehavete sürüklenmeliydi ve Mustafa Kemal bu taarruz kararını 1922 Haziran’ında aldı ve bu kararından sadece Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’yı batı cephesi Komutanı İsmet Paşa’yı ve Milli Savunma Bakanı Kâzım paşayı bilgilendirdi, hazırlıkları yürüttü. Bir taraftan da “biz savaşa çok da istekli değiliz” mesajı vermeye yönelik adımlar da atıldı.
İtalyanlar, 30 Ağustos zaferinden, Fransızlar da Sakarya meydan muharebesi‘nden sonra Anadolu macerasına son noktayı koymuşlar ve Anadolu’dan çekilmişlerdi.
İngilizler dolayısıyla artık tek başına Yunanlılara ne kadar destek verselerdi sonuç elde edemeyeceklerini görünce Türklerle kalıcı barış için masaya oturma kararı verdiler. Büyük Taarruz‘un bizim açımızdan son derece önemli olan yanı Kürtlerle kalıcı barış görüşmelerinin yapılmasının sağlanmasıdır.
Bu görüşmeler o dönemde tabi nerede yapılacağı çok netleşmemiş olduğu için kalıcı barış olarak geçse de bu görüşmeler Lozan barış görüşmeleridir ve bu Mudanya mütarekesi yine İstanbul ve Boğazlar çevresindeki İngiliz birliklerinin buradan çıkarılması, meselesinin de konuşulması bu kalıcı barış görüşmelerini bırakılmıştır.
Büyük Taarruz bizim açımızdan şu yönüyle de çok önemlidir. büyük Taarruz ile birlikte Osmanlı devletine kabul ettirilen ama Ankara Hükümeti’nin Atatürk liderliğinde bir türlü kabul etmeye yanaşmadığı Sevr barış antlaşması yırtılıp atılmış ve geçerliliğini yitirmiştir.
Lozan antlaşmasıın imzalanması ile birlikte yeni bir Türk devleti doğmuştur. Lozan’dan sonra artık varlığını ve bağımsızlığını dünya kabul ettirmeyi başarmış olan Atatürk 23 Nisan 1920’de temellerini attığı yeni Türk devletinin adını koyacak ve cumhuriyeti ilan edecektir.
Büyük Taarruz askeri gücü ne kadar üst düzeyde olsa bile Türklerin kesinlikle esir edilemeyeceği gerçeğinin batılı devletler tarafından görülmesini sağlamıştır.
Tabii ki Türk milletinin tarihi zaferlerle doludur. Afyonkarahisar Dumlupınar meydan muharebesi ve onun bir parçası olan 30 Ağustos zaferi Türk tarihinin önemli dönüm noktalarından biridir.
Türk milletinin bağımsızlığına kavuştuğu Lozan barış görüşmelerinin yapılmasının sağlandığı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının önündeki bütün engellerin kaldırılmasının başarıldığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin bu zaferle taçlandırdııldığı önemli bir olaydır. 102 yıl önce bize bu büyük zaferi kazandıran başta büyük önderimiz gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere bu orada hayatını kaybetmiş tüm şehitlerimizi Allah’tan rahmet diliyorum iyi ki bu zaferi bize hediye etmişler ruhları şad olsun.
Konuşmalardan sonra, konferansa katılan konunun uzmanları ve öğretim üyeleri 30 Ağustos Zaferiyle ilgili görüş ve düşüncelerini paylaştılar.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’yi küresel bir çekim merkezi haline getirmeyi sürdürülebilir kalkınmanın temeli olarak addettiklerini söyleyerek, “Dünyanın her yerinden parlak zihinlerin, yenilikçi fikirlerini bu topraklarda geliştirerek önemli ve kritik girişimlere dönüştürmesine imkân sağlayacak Türkiye Tech Visa Programı’nı ilan ettik. Programın ilk 5 ayında Dünyanın dört bir yanından 214 teknoloji girişimi Türkiye’ye taşınmak için başvuru yaptı.” dedi.
TÜBİTAK’ta Türkiye için kritik pek çok projeyi hayata geçirdiklerini belirten Bakan Kacır “Ülkemizin kritik projelerinde görev almak üzere TÜBİTAK çatısı altında 737 yeni çalışma arkadaşımıza yönelik ilana çıkmış durumdayız. TEKNOFEST kuşağını, Türk Gençliğini TÜBİTAK’ta bizlerle birlikte alın teri, akıl teri dökmeye bu vesileyle davet ediyorum.” diye konuştu.
Bakan Kacır, Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi tarafından düzenlenen ve bu yıl “Yeteneğe Dayalı Kalkınma” temasıyla gerçekleşen 3. İstanbul İnsan Kaynakları Forumu’na katıldı. Kacır, burada yaptığı konuşmada tarih boyunca ekonomik ve toplumsal kalkınmanın temelleri, her dönemin hâkim dinamiklerine göre şekillendiğini söyledi. Tarım çağında, bir milletin zenginliğini belirleyen en önemli unsurun; sahip olduğu verimli topraklar ve su kaynaklarına erişim olduğunu belirten Kacır, Sanayi Devrimi ile birlikte bu paradigmanın kökten değiştiğini söyledi. Bilgi çağıyla birlikte fiziksel varlıklardan ziyade bilgi, teknoloji ve inovasyonun ekonomik gücün merkezine yerleştiğini kaydeden Kacır konuşmasında şunları söyledi:
YENİ ÇAĞIN GERÇEĞİ: Bir zamanlar tarımsal üretime, sanayi gücüne ve yeraltı zenginliklerine dayalı olan büyüme modelleri, yerini bilgi ekonomisine, inovasyona ve yetenek gelişimine bıraktı. Yeni çağın gerçeği şudur: Yetenek, en kıymetli sermaye; inovasyon ise sürdürülebilir büyümenin lokomotifidir.
İTİCİ GÜÇ: Türkiye olarak nüfusumuzun ortanca yaşı bugün 34 düzeyinde. Yani pek çok gelişmiş ülkeye kıyasla 10-15 yaş daha genç ve dinamik bir nüfusa sahibiz. Biz, bu demografik avantajı yalnızca bir istatistik olarak değil, ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarma hedefimizin en güçlü itici gücü olarak addediyoruz.
ADIMLARIN ODAĞI: Milli Teknoloji Hamlemiz doğrultusunda, daha güçlü ve müreffeh bir Türkiye için attığımız adımların odağına her daim insan kaynağımızı koyuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, son 22 yılda üniversitelerden teknoparklara, Ar-Ge merkezlerinden girişimcilik destek programlarına kadar geniş bir yelpazede insan kaynağımızın niteliğini artırmaya yönelik pek çok adım attık.
BÜYÜK ATILIMLAR: Nitelikli insan kaynağımızı destekleyerek; kendi eğitim uçaklarını, helikopterlerini, deniz platformlarını, kara araçlarını, uydularını geliştirebilen, üretebilen, büyük atılımlara imzasını atan bir ülke konumuna yükseldik. Girişimcilerimizin, mühendislerimizin ve genç zihinlerin hak ettiği değeri bulması ile bugün insansız hava aracı üretiminde dünya birincisiyiz. Yerli ve millî otomobilimiz Togg; elektrikli, bağlantılı ve akıllı araç olarak yollarda.
TEKNOLOJİK DÖNÜŞÜMÜN ÖNCÜSÜ: Artık imkânsız zannedileni Türkiye’nin girişimcileri başarıyor, Türkiye’nin mühendisleri hayalleri gerçeğe dönüştürüyor. Elde ettiğimiz bu tarihi kazanımları devam ettirmek ve gençlerimizin potansiyelini ortaya çıkarmak için hep birlikte gayretlerimizi sürdürüyoruz. Biliyoruz ki; günümüz dünyasında teknolojik dönüşümün öncüsü ve lideri esasen gençlerdir.
TEKNOFEST KUŞAĞI: Her TEKNOFEST’te Gençlerimizin Nuri Demirağların, Vecihi Hürkuşların, Şakir Zümrelerin, Nuri Killigillerin akamete uğramış serüvenlerini tamamlama kararlılığına tekrar tekrar şahit oluyoruz. Ne mutlu ki Millî Teknoloji Hamlesi’ni omuzlayan, bu ülkeyi daha ileriye taşıma derdinde olan azimli, birikimli, çalışkan TEKNOFEST kuşağı var.
DENEYAP ATÖLYELERİ: 81 şehrimizde kurduğumuz Deneyap Teknoloji Atölyelerimizde 35 binden fazla gençlerimizi bilim ve teknoloji dünyasıyla 11 yaşından itibaren buluşturuyoruz. “Sektör Kampüste” programımız ile üniversite öğrencilerine, sektör profesyonelleri tarafından güncel ve sahadan içeriklerle hazırlanarak zenginleştirilmiş dersler alma imkanı sağlıyoruz. Milli Teknoloji Uzmanlık Programlarımızla da teknoloji geliştirme ve katma değerli üretim altyapımızın ihtiyaç duyduğu alanlarda gençlerimizi geleceğin yetkinlikleriyle buluşturuyoruz.
MİLLİ TEKNOLOJİ STAJ PROGRAMI: Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi ile yakın iş birliği içinde yürüttüğümüz Milli Teknoloji Staj Programımızla da gençlerimize sanayi ve teknoloji ekosistemimizin öncü firmalarında staj yapma imkanı tanıyoruz. Ar-Ge teşviklerimizden teknopark uygulamalarımıza, TÜBİTAK desteklerinden KOSGEB programlarına ve girişim sermayesi fonlarına pek çok uygulama ve düzenleme ile gençlerimizin girişimci ruhunu besleyerek, girişimciliği kariyer yolculuğunda bir alternatif haline getiriyoruz.
GELECEĞİN DÜNYASI: Gençlerimizin doğru yetkinliklerle buluşması kadar önem verdiğimiz bir diğer başlık ise kuşkusuz mevcut iş gücümüzü geleceğin dünyasına güçlü şekilde hazırlamak. Özellikle başta yapay zekâ olmak üzere yıkıcı teknolojilerin çok boyutlu etkileri; yetkinlik dönüşümünün bizler için tercihten öte zorunluluk olduğunu gösteriyor.
YENİ İSTİHDAM ALANLARI: Araştırmalar ülkemizde halihazırda 7 milyon kişinin yürüttüğü işlerin 2030 yılına kadar yeni nesil teknolojilerin etkisiyle ya tamamen ortadan kalkabileceği ya da farklı niteliklere sahip rollere dönüşeceğini gösteriyor. Ancak gelişen teknolojilere doğru bir bakış açısıyla yaklaşırsak, bünyesinde 9 milyon kişiyi barındıracak yeni iş modelleri oluşturma imkanına sahibiz. Özellikle teknolojiyle ilgili alanlarda ortaya çıkacak fırsatları da doğru değerlendirdiğimiz takdirde mevcuttan en az 2 milyon ilave istihdam oluşturmamız mümkün.
BÜTÜNCÜL KALKINMA: Sanayimizin dijital dönüşümüne rehberlik eden model fabrikalarımızın sayısını 10’a ulaştırdık. Kocaeli, Denizli, Malatya, Tekirdağ, Sakarya ve Trabzon’da açılışını gerçekleştireceğimiz yeni merkezlerle bu sayıyı 16’e çıkaracağız. Ülke sathına yayılan, bütüncül bir kalkınmayı tüm sektörlerde topyekûn şekilde hayata geçirmeyi sürdüreceğiz.
TECH VİSA PROGRAMI: Tarihimizden aldığımız ilhamla, Türkiye’yi küresel bir çekim merkezi haline getirmeyi sürdürülebilir kalkınmanın temeli addediyoruz. Dünyanın her yerinden parlak zihinlerin, yenilikçi fikirlerini bu topraklarda geliştirerek önemli ve kritik girişimlere dönüştürmesine imkân sağlayacak Türkiye Tech Visa Programı’nı ilan ettik. Programın ilk 5 ayında Dünyanın dört bir yanından 214 teknoloji girişimi Türkiye’ye taşınmak için başvuru yaptı.
LİDER ARAŞTIRMACILAR PROGRAMI: Uluslararası Lider Araştırmacılar Programımız ile; alanlarında dünyanın en iyi merkezlerinde deneyim kazanmış yetkin araştırmacıların ülkemize gelmelerini teşvik ediyor, bilimsel ve teknolojik çalışmaların bu topraklardan yükselmesini sağlıyoruz. Bugüne kadar program kapsamında, 57’si diğer ülke olmak üzere toplam 253 araştırmacıya, çalışmalarını ülkemizde sürdürmeleri için destek sağladık. Bizler, potansiyelini harekete geçirmeyi bekleyen tüm girişimcilerimize fırsat ve imkan kapılarını sonuna kadar açmaya devam edeceğiz.
GENÇLERE TÜBİTAK DAVETİ: TÜBİTAK’ta Türkiye için kritik pek çok projeyi hayata geçiriyoruz. Bugün itibariyle uzay teknolojilerinden savunma sanayine, yapay zekadan raylı sistem teknolojilerine, ülkemizin kritik projelerinde görev almak üzere TÜBİTAK çatısı altında 737 yeni çalışma arkadaşımıza yönelik ilana çıkmış durumdayız. TEKNOFEST kuşağını, Türk Gençliğini TÜBİTAK’ta bizlerle birlikte alın teri, akıl teri dökmeye bu vesileyle davet ediyorum.
Ankara Kent Konseyi Konferans Salonu’ndaki resepsiyona, Büyükelçiler, Elçilik görevlileri ve seçkin bir davetli topluluğu katıldı.
Ankara Kent Konseyi Yönetim Kurulu üyeleri de resepsiyonda yer aldı.
Resepsiyonda İki kardeş şehir olan Ankara ve Karakas’ı tanıtan kısa film gösterildi.
Film gösteriminden sonra Venezuela Müsteşarı Antonio Morillo PERDOMO bir konuşma yaptı.
Antonio Morillo PERDOMO konuşmasında şunları söyledi: “Öncelikle, Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti halkı ve hükümeti adına en içten selamlarımızı sunarız.
Burada, kültürlerimizin zenginliğini kutlamak ve halklarımızı onlarca yıldır birleştiren kardeşlik bağlarını daha da güçlendirmek için bir araya geldik.
Bu etkinlik, Venezuela ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının 75’inci yıl dönümünü anmak amacıyla düzenlenen etkinlikler serisinin bir parçasıdır. Bu önemli tarih, her iki ülkenin iş birliğine, karşılıklı saygıya ve samimi dostluk temelinde ortak bir gelecek inşa etme kararlılığına işaret etmektedir.
Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler, yıllar içinde siyasi diyalog, artan ekonomik iş birliği ve halklarımızı birbirine daha da yakınlaştıran derin bir kültürel etkileşimle gelişmiştir.
Bu 75 yıl boyunca Venezuela ve Türkiye, coğrafi mesafelerin ortak değerler ve dayanışma ruhu söz konusu olduğunda bir engel olmadığını göstermiştir. En zorlu zamanlarda, ülkelerimiz birbirlerine destek olmayı bilmiş, diplomatik ilişkilerin ötesine geçen ve gerçek kardeşlik temelinde şekillenen bir bağı yansıtmıştır.
Bu bağ, devlet başkanlarımız Nicolás Maduro ve Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle daha da güçlenmiştir. Kendileri, güven, saygı ve karşılıklı fayda temelinde kapsamlı bir iş birliği gündemini teşvik etmişlerdir. Venezuela ve Türkiye arasındaki ilişki, farklı tarihlere ve geleneklere sahip iki ülkenin ortak noktalar bularak birlikte gelişen bir geleceğe doğru ilerleyebileceğinin açık bir örneğidir.
Bugün, halklarımızı birbirine yakınlaştıran bir aracı olarak kültürel değişimin önemini vurguluyoruz. Müzik, gastronomi ve tarih aracılığıyla sadece her ülkenin kendine özgü yönlerini değil, aynı zamanda bizi birleştiren unsurları da keşfedebiliriz.
Kültür, engelleri yıkma ve insanlar arasında derin bir anlayış oluşturma gücüne sahiptir. Bir Venezuelalı geleneksel Türk müziğini dinlediğinde veya bir Türkiye vatandaşı geleneksel bir Venezuela yemeğini tattığında, karşılıklı merak ve birbirini daha yakından tanıma arzusu doğar. Bu nedenle, bugün gerçekleştirdiğimiz etkinlikler büyük bir değere sahiptir.
Geleneklerimizi paylaşmamıza, birbirimizden öğrenmemize ve ülkelerimiz arasındaki kardeşlik bağlarını pekiştirmemize olanak tanımaktadır.
Venezuela ve Türkiye arasındaki yakınlığın en somut örneklerinden biri de başkentlerimiz Ankara ve Karakas’ın kardeş şehir ilan edilmesidir. Bu ilişki, halklarımız arasındaki iş birliği ruhunu ve bağlarımızı daha da güçlendirme arzusunu simgelemektedir.
Son olarak, bu etkinliğin düzenlenmesine verdiği destek ve halklarımız arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik kıymetli katkılarından dolayı Ankara Kent Konseyi’ne en içten teşekkürlerimi sunmak isterim. Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Büyükelçiliği olarak, ülkelerimiz arasındaki ilişkileri kültür aracılığıyla daha da yakınlaştırma konusundaki kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz. Bu etkinliğin, Venezuela ve Türkiye arasındaki kalıcı dostluğun bir kanıtı olmasını temenni ediyoruz. Bugün burada bizlerle olduğunuz için hepinize teşekkür ederiz.
Öte yandan, TÜRKİYE ve VENEZUELA arasındaki 75’inci yıldönümü resepsiyonunda davetlilere Latin Müziği eşliğinde Venezuela ve Türk mutfağından yiyecekler de ikram edildi.
Bu arada, Türkiye-Venezuela ilişkilerinin 75’inci yıldönümü anısına bir DOSTLUK AĞACI dikildi.
Resepsiyon, Ankara Kent Konseyi Diplomasi Meclisi ve Venezuela Büyükelçiliği’nce düzenlendi.
Bulgaristan Haber Ajansı, Balkan Göçmenleri İktisadi Araştırma ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı ile kısa adı BİSAV olan Balkan Sanat Akademisi’nin birlikte düzenledikleri Goblen sergisi açıldı.
Ankara Bulgaristan Haber Ajansı’ndaki sergi açılışına, Bulgaristan Haber Ajansı Müdüresi Nora Ckolakova, BİSAV Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Özkale ile seçkin bir davetli topluluğu katıldı.
Küratörlüğünü Bilge Özcan’ın yaptığı sergide, Goblen sanatçısı Şengüzel Aydın’ın 23 eseri yer aldı.
Sergi açılışından önce açılışkonuşmaları yapıldı.
BİSAV Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel ÖZKALE, konuşmasında şunları söyledi: “Sanatın gücü ayrı bir önem arz ediyor. Karşılıklı kültür bağlarında en güçlü, en güzel bağı oluşturacak köprülerden biri oluyor.
Öncelikle sergimize geldiğiniz için siz değerli misafirlerimize hoşgeldiniz diyorum. Burası, Bulgaristan Telegraf Ajansı; Anadolu Ajansı’nın muadili bir yapı. Nora hanım geldiği günden beri birlikte çalışıyoruz. Kendiisiyle çok güzel etkinlikler yapıldı, karşılıklı güzel köprüler, güzel diyaloglar ve güzel ilişkiler kuruldu. Bu arada, biz de kendimizi, geldiğimiz topraklara Bulgaristan‘a geldiğimiz memlekete Balkanlar‘a ait olduğumuzu biraz daha hissetmeye çalışıyoruz. Böyle mekanlarda, ortamlarda bizlere evsahipliği yaptığı için kendisine teşekkür ederiz.
Bizleri, sizleri burada bu sergiyle bir araya toplarken bunu şöyle anlatmak isterim. Bu bir ekip çalışması oldu. Gerek Bulgaristan’da gerekse buradan arkadaşlarımız, kendilerine ait evlerindeki Goblenleri toplayıp getirdiler. Eserlerin her biri aslında milyon değerinde eserler; biraz sonra arkadaşlarımız kısaca bilgi verecekler. Goblen nedir?, nasıl yapılır?, nasılsı?, sanatsal değeri, önemi ve yapılanması. Bu sergide, özellikle Münevver Hanım burada, onun katkısı çok büyük, çok teşekkür ederiz kendilerine. Bulgaristan elçiliğiinden Margarıta hanım burada. Margarıta merhaba ondan da kendisinden de destek aldık. Azize hanım, şu anda burada yok. Tabii ki Şengüzel hanım, Şengüzel hanım, kendisi sağ olsun bize çok yardımcı oldu, destek oldu. Kısaca bir ekip çalışmasıyla bir doğaçlama ile uluslararası aidiyeti olan bir yapıyla bir sergi hazırladık. Sizin beğeninize sunmak istedik.
İnşallah beğenirsiniz ve bundan sonraki zaman dilimlerinde de diğer etkinliklerimizde bir araya geliriz.
Teşekkür ederiz.
GOBLEN Sanatçısı Şengüzel AYDIN da şöyle konuştu: “Biraz daha açalım gösterelim. Bu sanat, çok bilinen bir sanat değil, bu sanat iğneyle resim yapma sanatı diyorum. İğneyle kuyu kazma, sabır ve çalışkanlık gerektiren bir sanat.
İnsan bir defa GOBLEN yapmaya başladığında tabi bırakamıyor.
Tarihçesine gitmeme gerek yok, sadece ismin nereden geldiğini söylemek istiyorum. Çok eskiden Tezgahlarda dokunan, bir teknikle dokunan bir sanatmış. Fransa’da 17’inci yüzyılda, dönemin Fransa maliye Bakanı, Bob Len ailesine bu küçük atölyeleri birleştirin deyip bir fikir öne sürüyor. Bütün atölyelerin birleşmesiyle ailenin adını taşıyan goblenler ortaya çıkmaya başlıyor. O dönem goblenler tabii dokunarak yapılıyormuş ve daha çok varlıklı ailelerin şatolarında veya kiliselerin yaptıkları siparişler üzerine dokunuyormuş. Daha sonra üretim devam ederken ünlü Fransız ressamlar da Goblenlerle ilgili şemaları hazırlamaya başlamışlar. Benim yaptığım Goblenler şema üzerinden gidiyor, bir şema var orada değişik şekiller var ve o şekilleri bire dört veya birebir etamin üzerine aktarılan bir sanat. Tabii zaman alıyor. Çok zevkli, nereden zevkli olduğunu biliyorum. Babam 60 yaşından sonra Goblen yapmaya başladı ve burada bu Goblenlerin yarısı benim. Koleksiyonum ve bu koleksiyonun bir çoğu da babam tarafından yapıldı. Goblen yapmayı çok seviyordu ve yapıyordu. Onun için çok zevkliydi, boş zamanlarını Goblen yaparak geçiriyordu.
Şu anda çocuklara biz bunu kodlama olarak söylüyoruz. okullarda kotalar yapıyoruz farklı şekilde. Tabii mesleğim gereği, ben emekli bir sınıf öğretmeniyim. Oraya da dokunuyorum. Yani bir çeşit kodlama, şemada gördüğünüzü bire dört olarak veya birebir olarak etamin üzerine aktarıp daha sonra çerçeveli güzelliği aktarıyoruz. Ben şimdi oradaki problemler; üç boyutları ben hiç yapmadım.
Konuşmalardan sonra GOBLEN sergisinin açılışı gerçekleştirildi.
Küratörlüğünü Bilge Özcan’ın yaptığı sergide Goblen sanatçısı Şengüzel Aydın’ın 23 eseri yer aldı.
Size daha iyi hizmet sunabilmek amacıyla çerezleri kullanıyoruz. Çerezler Hakkında Aydınlatma Metni için tıklayınız. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, Gizlilik ve Çerez Politikamızı kabul etmiş olursunuz.
Size daha iyi hizmet sunabilmek amacıyla çerezleri kullanıyoruz. Çerezler Hakkında Aydınlatma Metni için tıklayınız. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, Gizlilik ve Çerez Politikamızı kabul etmiş olursunuz.
Gerekli cookie, sayfa gezinmesi ve web sitesinin güvenli alanlarına erişim gibi temel işlevleri etkinleştirerek bir web sitesi kullanıma yardımcı olur. Web sitesi bu cookie olmadan düzgün çalışamaz.
Tercih cookies, bir web sitesinin, tercih ettiğiniz diliniz veya bulunduğunuz bölgeniz gibi, web sitesinin davrandığını veya görünüşünü değiştiren bilgileri hatırlamasını sağlar.
İstatistik
İstatistik cookies, web sitesi sahiplerinin anonim olarak bilgi toplayıp bildirerek ziyaretçilerin web siteleriyle nasıl etkileşimde bulunduğunu anlamalarına yardımcı olabilir.
Pazarlama
Pazarlama cookies, ziyaretçileri web sitelerinde izlemek için kullanılır. Amaç, bireysel kullanıcıya ilgi çekici ve böylece yayıncılar ve üçüncü taraf reklamverenler için daha değerli olan reklamları görüntülemektir.
Sınıflandırılmamış
Sınıflandırılmamış cookies, bireysel kurabiye sağlayıcıları ile birlikte sınıflandırma sürecinde olduğumuz cookies.